8 Eylül 2023 Cuma

5816 Sayılı Kanun savunma örneği ...

 


…. ASLİYE CEZA MAHKEMESİNE

SORUŞTURMA NUMARASI •

ESAS NUMARASI •

İDDİANAME NUMARASI •

SAVUNMASINI SUNAN SANıK •

KONUSU • Savunma Dilekçemdir.

İZAH • Şahsıma yapılan suçlamaları şu sebeplerden reddediyorum:

1) Yargılama konusu olan 5816 sayılı yasa, siyasal bir yasadır. Çünkü Kamâl Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisinin Kurucu genel başkanıdır, siyasal ve kamusal bir figürdür; ayrıca Kamâl Atatürk'ün hatırası da hukuken siyasidir. Bundan ötürü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) 5816'ya dair verdiği güncel kararların ışığında 5816 sayılı yasadan yapılacak bir yargılama ve yargılamayı yapacak mahkeme hukuken tarafsız ve adil değildir, ki 16 Nisan 2017 tarihli anayasa değişikliği referandumu ile mevcut Anayasanın 9. maddesindeki yargının niteliklerine, tarafsızlık ilkesi de eklenmiş ve bu durum kesinleşmiştir; bundan ötürü 5816 SAYILI YASA, ANAYASANIN 9.MADDESİNE ve ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 1, 6, 9, 10, 13 ve 14.maddelerine AYKIRIDIR. Keza Avrupa Birliği 2009 yılı ilerleme raporunda 5816 sayılı yasanın düşünce ve ifade özgürlüğünü engellediğine dair çok net tespitler vardır. Bundan ötürü Anayasaya ve AİHS'ye aykırılık iddiası gereğince yargılamaya ara verilerek Anayasaya ve AİHS'ye aykırılık iddiasının çözümü için dosyanın öncelikle Anayasa Mahkemesine gönderilmesini; aksi hâlde 6216 sayılı yasanın 40. ve diğer maddeleri gereği gerekçeli olarak bu konuda RED kararı verilmesini diliyorum.

2) Ayrıca iddianameye konu paylaşımlarda geçen ifade ve ibarelerin hiçbiri 5816 sayılı yasa anlamında dahi suç değildir; siyasal eleştiridir, sert eleştiri dahi sayılamaz, suçun unsurları oluşmamıştır. Kaldı ki paylaşımlarımda doğrudan ya da dolaylı hiçbir hakaret yoktur. Kamâl Atatürk için kullanılmış bile olsa iddianameye konu paylaşım/paylaşımlarda geçen ifade ve ibareler Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi anlamında siyasi, dini, felsefi, insani, vicdani, tarihi, sosyolojik görüş ve kanaatlerimdir yani tipik düşünce, kanaat ve ifade özgürlüğü kapsamındaki açıklamalardır. 5816 sayılı yasanın nasıl uygulanacağı konusunda AIHS ve AİHM kararları bağlayıcıdır, yargılamaya konu olayda 5816 sayılı yasaya değil daha üstün hiyerarşik mevzuat olan hatta T.C. Anayasasının 90/5 maddesine göre yasaların bile üstünde kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine itibar edilmelidir. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 21/10/2014 tarihli 9540/07 başvuru nolu Murat Vural kararı, 23 Haziran 2015 tarihli 34823/05 başvuru nolu OZÇELEBİ/Türkiye ile gene Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 07/12/1976 tarihli Handyside- Birleşik Krallık ve 41123/30 başvuru nolu Yevgeniy YakovIevich DZHUGASHVILI/Rusya kararları bağlayıcıdır. işbu dosyada yapılacak yargılamada AIHS'ye ve AİHM'nin yukarıda belirtilen kararlarına uyulması gerektiği aksi halde AIHS'ye ve AIHM‘nin ilgili kararlarına neden itibar edilmediğinin ayrıca ve açıkça irdelenmesi gerektiği kanaatindeyim, keza Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 03/11/2011 tarih ve 2011/9485 Esas, 2011/28383 Karar sayılı ilâmı bu yargılama için emsaldir ve bağlayıcıdır. Her ne kadar ülkemizde milli hukuk kuralları var ise de ülkemiz hukuku; Avrupa Birliği, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ve medeni milletlerce kabul edilmiş evrensel hukuk prensiplerinin hâlihazırda ayrılmaz bir parçasıdır. İşbu dosyadan verilecek cezalandırma, iç hukuk yolları usûlü dairesinde tüketildikten sonra, Avrupa insan Hakları Mahkemesine götürüleceğinden Milletlerarası Sözleşme ve AIHM kararlarına ve kriterlerine uyulmadan verilecek kararlar Ülkemizi milletlerarası hukuk mercilerinde hukuken ve siyaseten zor durumda bırakacak ve kamuyu tazminat yükü altına sokacaktır.

3) Dosyada bulunan iddianameden anladığım kadarı ile iddianame; Kamâl Atatürk'ün eleştirilemez olduğu üzerine kuruludur oysa Kamâl Atatürk kamusal ve siyasal bir figürdür ve eleştirilebilir ayrıca Kamâl Atatürk'ün hatırası da siyasaldır. Siyasal ve kamusal figürlerin eleştirilebilir olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AIHM kararları ile de teyit edilmiş evrensel bir haktır. AİHM karar kriterlerine göre şiddet ve nefret içermeyen vandalizm özelliği olmayan ve savaş kışkırtıcılığı taşımayan her söz ve eylem düşünce özgürlüğüdür, Yargılama konusu yapılan şahsıma ait paylaşımlarda şiddet, nefret, vandalizm ve

savaş kışkırtıcılığı yoktur, pasif düşünce özgürlüğüdür; yine AIHM kriterlerine göre bir söz ya da yazının toplumda infial uyandırması gayet normaldir, önemsiz şeylerin açıklanması dahi düşünce özgürlüğü kapsamındadır. Ayrıca yazı ya da düşüncenin ille de önemli bir kamusal görev ifa etmesi, yararlı olması da gerekmez. AIHM; 21/10/2014 tarihli 9540/07 başvuru nolu Murat Vural ve 23 Haziran 2015 tarihli 34823/05 başvuru nolu ÖZÇELEBİ/Türkiye kararlarında 5816 açısından daha ağır eylemleri dahi düşünce, kanaat ve ifade özgürlüğü olarak tespit etmiştir ki o kararlardaki eylemlerle kıyaslandığında şahsıma ait yazı ve paylaşımlar hiçbir şekilde suç değildir.

4) Beyanlarımın içeriği hakaret değildir, hakaret yahut aşağılama maksat!' da değildir; tarihi olaylar, tarihi kayıtlar ve kayıtlarda yer alan kişisel beyanların sunulması ile bunlar eşliğinde yapılan tespitlerden ve bu tespitler ışığında yazılmış şahsi kanaatlerimden ibarettir:

(burası örnek kişi kendi dava metnine göre değişiklik yapmalıdır)

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ 10. MADDE

İfade özgürlüğünün, demokratik bir toplumun temellerinden ve vaz geçilmezlerindedir

“Bu özgürlük sadece hoşa giden, izin verilen düşünceler için değil aynı zamanda kaygı verici ve şoke edici , korkutucu endişe ve ürpertici şok edici , yalnızca alışılmış tutum ve davranışlar değil yalnızca alışık olduklarımızdan değil hoşa gıtmeyen alışık olmadığımız sıradan olmayan araştırıcı ve farklı unsurlarında irdelenmesi ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında olduğundan ilginç gelen şeylerde hayret vericive kırıcı durumlarda ifade özgürlüğü kapsamında olduğundan , 5816 sayılı Kanun belirgin bir içeriği cezalandırmaktadır.

Burada mesele Atatürk'ün ya da Kemalist devrimlerin korunması değil, cezalandırmak için belli bir içeriğin seçilmesidir. Bu içerik seçiciliği aynı zamanda bir içerik ayrımcılığıdır. Anayasa ya da kanuna aykırıdır.

5816 Sayılı Kanun yine belli özellikte siyasi içeriklerin ifade edilmesi karşısında hak statüsüne yükseltilen hassasiyetlerin topyekün bir şekilde yasaklanmasına aracı kılınmasıdır.

Ceza hukukunun, ulusal bir kahramanın hatırasını korumak adına içerik ayrımcılığı yapması anayasaya aykırıdır.

2- Anayasamızın 90. maddesinin son fıkrasında, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz” denmek sureti ile uluslararası andlaşmaların, ulusal yasalar kadar Türk hukuk düzeninde geçerli olduğu kabul edilmiştir.

Bu andlaşmaların en önemlilerinden birisi 04/10/1950 tarihinde Roma’da imzalanan, 03/09/1953 tarihinde yürürlüğe giren “İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme”dir (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-AİHS). Anılan Sözleşme Ülkemiz tarafından 10.03.1954 tarih ve 6366 sayılı “İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme ve buna Ek Protokolün Tasdiki Hakkında Kanun” ile onaylanmıştır. 18/05/1954 de onay belgesi verilmesi ile Sözleşme Türkiye açısından yürürlüğe girmiş ve iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiştir.

AİHS’nin 10. maddesi “İfade özgürlüğü” kenar başlığını taşımakta olup, anılan maddede, “1. Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.

2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”

Denilmektedir.

İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her kişinin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın demokratik bir toplum olamaz. İfade özgürlüğü güvenceleri anayasal demokrasilerin kilit taşıdır. Bu özgürlük demokratik bir toplumda “kamusal” tartışmaya serbestçe katılımın temelini oluşturur.

AİHM, ifade özgürlüğünün demokrasi bakımından ifade ettiği özel önemi birçok kararında vurgulamıştır. Mahkeme’ye göre, “ifade özgürlüğü demokratik bir toplumun asli temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü bireylerin kendilerini geliştirmelerinin olduğu kadar demokrasinin gelişmesinin de temel şartlarından biri olduğu için “demokratik bir toplumun aslî temellerindendir. Demokrasinin başarısı ifade özgürlüğünün güvence altında olmasına bağlıdır.”

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 02.12.1998 tarihli Gemici-Türkiye kararındaki “İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun asli temellerinden olup toplumun ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin başlıca koşullarından birini oluşturur. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrasına tabi olmak kaydıyla bu özgürlük, yalnızca olumlu karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olarak algılanan ‘bilgi’ ve ‘fikirler’ için değil; şok edici, zedeleyici yahut kaygı verici bilgi ve fikirler içinde geçerlidir.

Türkiye Cumhuriyeti; muhtelif çeşitli kimliklerden oluşan, dine ve mezhebe inananların birlikte yaşadığı halklar topluluğudur. Toplum düzeninin esası hukuk olup, en önemli kaynak olan kanunların lafzında ve tatbikinde hukukun evrensel ilke ve esaslarından vazgeçilemez.

Atatürk’ün manevi şahsiyetine ve hatırasını korumaya yönelik 5816 sayılı Kanun; tabulaştırma veya her yönüyle Atatürk’ü dokunulmaz ve eleştirilmez kılma maksadı taşımaktadır, aynı zamanda bununlada kalmayıp değişik farklı sıradanalışilmiş ve hoşa gitmeyen ifadelerinde araştırılıp sorgulanmasına engel teşkil etdıgınden düşünme irdeleme araştırma ve insanın idrak etme gibi hüriyetlerini bağlayıcı nitelide olduğundan insanların değişik düşüncelerini ifade etme melekesine mani olduğundan Ne mümkün zulm ile imhâ-yı hürriyet?....

“Ey geleceğin ümidi olan hürriyet! Sen ne can dostuymuşsun; dünyayı bütün üzüntü ve sıkıntılardan, ümitsizlikten ve minnetlerden kurtaran ve kurtaracak olan sensin.”

"Ne mutlu fikir vebalılarına; ve yazıklar olsun, eşek sıhhati içinde, günübirlik hayat çayırında otlayanlara!.."

Babıali, Necip Fazıl

5816 Eşitlik ilkesine aykırı ZİRA : HUKUKA ADALETE GÖRE : Kanunda dahi ölen bir kişi mahkeme haki HAKİ düşüyor. HAKİ DÜŞÜYOR ÖLÜLER EVRENSEL HUKUKA GÖRE HUKUKUN KONUSU OLAMAZ ÖLÜLER HUKUKUN MEZZUSU DAHİ OLAMAZ

Bilindiği üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde ifade özgürlüğü yer almaktadır. Anayasamızın 90. maddesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) iç hukukumuzun bir parçası haline getirilmiş olduğundan 1982 Anayasasında ifade özgürlüğü, temel hak ve hürriyetlere yer verilen ikinci kısımda 25. ve 26. maddeleri kapsamında düzenlenmiştir. Anayasanın, öncelikle, ifade özgürlüğünü düzenleyen “Düşünce ve Kanaat” hürriyeti başlıklı 25. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.” hükmü yer almakta ve ikinci fıkrasındaki “Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.” hükmü ile devam etmektedir. “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklı 26.maddede ise “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Hal böyle olunca, sanığın , Atatürk ile ilgili düşüncelerini ister sosyal paylaşım platformlarında, ister kaleme aldıkları yazılarını yayınladıkları bloglarında ister basın yayın organlarında farklı ve alışık olmadığımız paylaşımları, irdeleme sorgulama maksadıyla yalnızca hiçbir ekleme yapmadan kendisinin ifadesi dahi olmayan paylaşımlardan ötürü kişinin demokratik bir devletde ve araştırma sorgulama sadece tek tip düşünmeye mecbur edilme ve bireylere dayatılan dogmatik tek tip düşüncenin mahkumiyetine sebebiyet verdiğinden ve ve aksine neden olacak hertür davranışın küçük düşürme ve hakaret kastıyla kaygısıyla yorumlanması çoğulculuğa ve düşünme araştırma sorgulama irdeleme ve kendisini geliştirme gibi hüriyetleti kısıtlama olarak düşünülmesi kaçınılmazdır zira bu gibi hususları cezalandırılması demokratik ve çok seslilik ve hoş görü gibi prensiplerede mahkumıyet verilmesi düşünce ive ifade hürriyetine engel teşkil etmektedir.

Aksi halde olduğu ileri sürülen düzen; sübjektif, sert ve keyfi nitelikler taşır. Ölüm hadisesi ile kişilik son bulacağından, ancak hayatta bulunan kişilere karşı hakaret suçu işlenebilecektir. Bu sebeple, manevi varlığı temsil eden “onur” ve “şeref” gibi kavramlar da, ancak yaşayan kişiler açısından korunabilir.

‘Demokratik toplumun’ vazgeçilmezleri olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri bunlardır.” ve 21.02.2006 tarihli Odabaşı-Gemici kararındaki “”Demokratik bir toplum için zorunluluk” kıstası AİHM’yi “müdahalenin” “sosyal bir zorunluluğu karşılayıp karşılamadığını”, izlenen meşru amaç ile orantılı olup olmadığını ve bu amacın meşru sayılması için ulusal makamlar tarafından sunulan gerekçelerin yerinde ve yeterli olup olmadığını incelemeye götürmektedir.

“Sosyal” bir ihtiyacın varlığını ve alınan önlemleri değerlendirmek bakımından ulusal yetkililerin takdir yetkisi bulunmaktadır. Bu yetki sınırsız olmayıp, kısıtlamanın 10. madde ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda nihai karar yetkisine sahip olan AİHM denetimine tabidir…İç hukuk mercilerinin vermiş oldukları kararlardaki gerekçelerin başvuranların ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin yerinde ve yeterli olduğunu teyit edemeyeceği hükmüne varmaktadır” şeklinde ortaya koyduğu görüşleri ile şiddet kullanımını özendirmeyen, silahlı direnişe çağrı yapmayan ve isyana teşvik etmeyen ifadeleri düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirdiği, sözleşmenin 10. maddesinin 2.fıkrasındaki istisnaların dar yorumlanması gerektiği, somut olayımızda ise sanığın facedeki paylaşımının ,Türk iç hukukunun ayrılmaz bir parçası haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesine göre düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir.

Siyasi bir hatırayı korumanın tek ve mevcut yolu zorunlu hapis değildir.Müvekkilin ceza sorumluluğu bulunmaması, iddianameye konu içeriğin AİHM sözleşmesinin 10. Maddesi gereğince ifade hürriyeti kapsamında kalması, cezalandırılmasının demokratik bir toplumda gerekli ve zorunlu olmaması ile uygulanması istenen cezanın orantısız olduğu dikkate alınarak beraatine karar verilmesini, mahkeme aksi kanaatte ise lehe olan hükümlerin uygulanmasını talep ederim. “ dedi.

Davayı karar bağlayacak mahkemeen talebimiz , sanığın üzerine yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması nedeniyle beraatine hükmedilmesi talebimzdir.

Müvekkilimin ceza sorumluluğu bulunmadığından öncelikle bu nedenle beraatine, sorumluluğunun var sayılması halinde dahi iddianameye konu içeriğin 5816 Anayasa M.24, 25. VE MEDENİ VE SİYASİ HAKLAR SÖZLEŞMESİ GEREGİNCE 18.19.AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 1...9. ve 10.maddeleri ile teminat altına alınmış düşünce ve ifade özgürlüğü hakkına sahip olup olduğumdan 5816 ‘dan dolayı ifade özgürlüğümü kullandım ve suçlamaları kabül etmiyorum .

yukarıda sayılan İlgili maddeler gereğince ifade hürriyeti kapsamında kaldığı, cezalandırılmasının demokratik bir toplumda gerekli ve zorunlu olmadığı ve uygulanması istenilen cezanın orantısız olduğu dikkate alınarak müvekkilimin beraatine karar verilmesini talep ederim.

Sanığın mahkumiyeti Atatürk'ün kurduğu modern, Türk devletinin üstelik de onu koruma adına uyguladığı yasaklarla demokratik bir toplum olamayacağını gösterecektir "

Davayı karara bağlayacak bu mahkemenin , sanık hakkında 5816 Sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun uyarıca 'Atatürk'ün Hatırasına Alenen Hakaret' suçunu işlediği iddiası ile cezalandırılması için kamu davasının açıldığından , Mahkemenizin sanığın üzerine yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 223/2-a maddesi uyarınca beraatime karar verilmesini talep ederim, ceza verilmesi halinde ise lehimize olan hükümlerin tatbik edilmesi talebimizdir, cunku devlet memuru olması nedeniyle telafisi mümkün olmayan olumsuz etkilerınıde göz önünde bulundurulması mahkemenizden özellikle talebimizdir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne göre ;

AİHS GÖRE şiddet kullanımını özendirmeyen, silahlı direnişe çağrı yapmayan ve isyana teşvik etmeyen ifadeleri düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirdiği, sözleşmenin 10. maddesinin 2.fıkrasındaki istisnaların dar yorumlanmması gerektiği, acıktır o halde sanığın facedeki paylaşımlarıda

silahlı direnişe çağrı yapmadıgından ve isyana teşvik etmediğinden bu paylaşımlarda ifadelerde düşünce özgürlüğü nü içerdiğinden bunların dışında tarihe ait bu mevzuların ve yayılması açıklama yada yorum yapılması araştırmak maksadıyla doğrusunu öğrenmek maçı taşıyan bu paylaşımlarda suc unsuru teşkil edemez.

AİHS GÖRE Türk iç hukukunun ayrılmaz bir parçası haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesine göre bu paylaşımların düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi elbetdeki kacınılmazdır.

Binaenaleyh suc unsurları oluşmayan suçtan dolayı suçlu gibi 5816 ceza verilmesi düşünülemez.

, 5816 sayılı kanun evrensel hukuk kurallarına aykırı olmakla kalmayıp anayasamızada aykırıdır anayasa mahkemessine bu kanunun iptali için götürülmesi talebimizdir.

, “Bu kanunun evrensel eşitlik ilkesine aykırı olduğu her kesim tarafından kabul ediliyor. Normal hakarette ilgili vatandaşa ile ilgili normal TCK hükümleri uygulanıyor.

5816’da ise ifade ve düşünce özgürlüğü bağlamına girecek mevzularda bile kanun kapsamına alınıyor” bu durum evrensel hukuka aykırı ve eşitlik kanun önünde herkesin eşit olduğu ilkesinede aykırı oldugundan , Söz konusu kanunun düşünce özgürlüğüne de ket vuruyor düşünceyi esir esaret altına alıyor hüriyeti vicdan ı esir ediyor.

Bu kanun kişiye özel bir kanun haline geliyor, Anayasanın eşitlik ve tarafsızlık ilkesine aykırı ,hukuk hiyerarşisine aykırı Demokratik hukuk devletlerinde böyle bir şey olması mümkün değil. Bu kanun ifade ve özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden biridir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne imza atan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne tabi olan Türkiye’de esasen 5816 sayılı kanunu ifade özgürlüğüne engel tarih araştırmcılarına bir kelepce bir pranga bir silah olarak kullanılıyor Son 3 senede AİHM'nin iki içtihat kararı verdi“Biri 2014 tarihli Murat Vural kararı, diğeri de 2015 tarihli Özçelebi kararı. Bunlar 5816 sayılı kanunun kaldırılmasa bile nasıl uygulanması gerektiğinin çerçevesini çizmiştir. Bu iki karar ‘şiddeti özendirmeyen, silahlı direnişe teşvik etmeyen ve isyana teşvik etmeyen her açıklama ve fiil düşünce özgürlüğü sayılır' diyor. Ancak bazı mahalli mahkeme ve savcılıklar AİHM'nin bu iki içtihadını yok sayarak, kanunu keyfi uyguluyor.

Rus lider Josef Stalin'in siyasi hatırasının korunması ile ilgili AİHM'nin bir kararı var: “Bir Rus gazetesi Stalin hakkında 5-6 yıl önce ‘kan emici yamyam' tabirini kullandı. Stalin'in torunu Gergeni Yakovleviç Saakaşvili, ‘Dedemin siyasi hatırlarına hakaret edildi' diyerek mahkemeye başvurdu. Rus mahkemesi ise ‘Senin deden kamuya mal olmuş bir kişi. Hatırasını ben koruyamam' dedi. Bunun üzerine AİHM'ne gitti. AİHM de 5816 için emsal olacak bir karar vererek, ‘Stalin kamuya mal olmuş bir kişidir. Siyasi bir kişidir. Öleli de uzun zaman olmuştur. Hatırası hukuken korunamaz' diye reddetti

.”16 Nisan 2017'de Anayasanın 9. Maddesine yapılan ekle yargıyla ilgili “tarafsızlık” ilkesinin yürürlüğe girmiştir binaenaleyh“Bunun kesinleşmesiyle birlikte 5816 sayılı kanunun uygulanma yetkisi de kaldırılmıştır.

Çünkü 5816 siyasi bir kanundur. Kanunla korunan M. Kemal Paşa ve onun hatırası siyasidir. M. Kemal Paşa CHP'lidir ve onun kurucusudur. Dolayısıyla tamamen siyasi bir kişiliktir. Siyasi kişilikle ilgili Türkiye'de yargılama yapılması anayasanın 9. Maddesine aykırıdır. Anayasanın tarafsızlık ilkesine aykırıdır

2-Anayasanın 25.Maddesinde yer alan vatandaşın aleyhte düşünme özgürlüğüne bu kanun engeldir.

3-Aleyhte eleştiri yapanlar bu kanunla yargılanmakta ki bu da Anayasanın 25.Maddesiyle çelişmekte, 25.Madde "düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz."derken, aleyhte görüş bildirenler 5816'dan yargılanmakta.

4-Anayasanın 26. Maddesinde geçen "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir." maddesi ile ters düşmektedir. Aleyhte en ufak bir eleştiri yapan 5816'dan yargılanmaktadır

5- Anayasanın 10. Maddesinde yer alan her kesin kanun önünde eşittir ifadesi kullanılırken, 5816 sayılı kanunla Anayasaya aykırı olarak hukuki farklılık sağlanmıştır.

İnsanların eleştiri hakkını özgürce kullanabilmesi en doğal insan hakkıdır. 70 yıl önce çıkartılan bu madde Türkiye'de düşünceleri ifadenin önünde bir engel ve insan hakları ihlalidir.

Şimdi 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun Mecliste kabulü sırasında yapılan konuşmalardan aktarıyoruz:

Adana Milletvekili Sinan Tekelioğlu:

“Bu kanun, hürriyet-i kelamı tamamıyla selbetmektedir (fikir açıklama hürriyetini tamamen ortadan kaldırmaktadır). Mesela yarın, üniversitede inkılap tarihi okutan bir hoca Atatürk’ün nutkunun haricinde bir şeyler söylerse mes’ul tutulacak mıdır?”

Diyarbekir Milletvekili Yusuf Azizoğlu:

“Iyiye iyi, kötüye kötü diyebilme, insanın en mukaddes hürriyetlerindendir. Hürriyeti yok eden bu kanun ise, Orta Çağ zihniyetinin, totaliter rejimin kanunudur. M. Kemal’in bu milletin inanışları, adetleri ve an’aneleriye bağdaşmayan bazı hatt-ı harekette bulunduğunu söylemek, realite icabıdır. Hele hele, demokratik bir zihniyetle onun devrini ideal kabul etmek imkansızdır. Atatürk’ün bütün düstur ve görüşleri hatadan salim ve her türlü tenkit ve ıslah ihtiyacından münezzeh değildir. Mantık ve iz’an gösteriyor ki, böyle bir kanun her şeyden evvel hukuk mefhumunu, hukuk prensiplerini, fikir ve vicdan hürriyetini zedeler mahiyettedir.”

Ankara Milletvekili Selahaddin Adil:

“Fevkalbeşer ve layuhti (insanüstü ve hatasız) bir kimsenin olacağına inanmıyoruz. Binaenaleyh, M. Kemal Paşanın idari, içtimai, siyasi hataları bulunduğunu söylemek ve yazmak, demokratik rejimi benimsemiş olanlar arasında tabii bir hak olmak lazım gelir.

Bu kanun, Atatürk’ün ef’al ve icraatı ve şahsı hakkında yazılan bazı şeyleri savcının hakk-ı takdirine bırakmak suretiyle tecavüzkar, hakaretamiz ve tezyifkar bularak cezalandırmayi kastediyor.

Vatandaşı sarih ve doğru mütalaadan mahrum bırakmak suretiyle hakk-ı kelamının milletten kısmen de olsa nez’ini (alınmasını) istiyor.

Teessürle söylüyorum ki, 27 senelik devirde riyakar birçok yazarlar, hatipler, şairler milletin gösterdiği feragat ve kahramanlığa hemen hiç kıymet vermeyerek tek şahıs için uluhiyete kadar yükselen kasideleriyle gençliğe birçok yanlış kanaatler, hakikate uymayan fikirler aksettirmişlerdir.

Bu kanunla tek parti rejiminin ve bu zihniyetin antidemokratikliğinin ortaya çıkmasına mani olunacaktır.

Birçok hakaik-i tarihiye (tarihi hakikatler) ketmedilmiş (gizlenmiş) veya tahrif edilmiştir. Bu kanun ensal-i atiyeyi (gelecek nesilleri), pek çok dersler verecek, inkılaplara ve tecdid (yenilik) devrine dair bitaraf (tarafsız) yazılardan mahrum bırakacaktır.

Halbuki Atatürk’ün hizmetleriyle beraber hem hatalarının, hem de noksanlarının millete açıkça anlatılması bir hizmet-i vataniyedir.”

Isparta Milletvekili Said Bilgiç:

“Atatürk’ü Koruma” Kanunu’ndan ziyade; “Atatürk’ten Korunma” Kanunu’na ihtiyacımız var.

“M. Kemal bir melek değildir. Onun da beşeri zaafları vardır. Halbuki böyle bir nokta üzerinde duracak bir tarihçi, bu kanuna istinaden cezalandırılabilecektir.

“Kemalist rejim” deniyor. Türkiye devletinin idare şekli cumhuriyettir.

Kemalist devlet tabirinden ne anlaşıldığı merak-ı mucibdir.

Türkiye’nin idare şekli olan cumhuriyetin, tek parti, tek şef ve ısmarlama meclis devrinin cumhuriyetiyle bir alakası yoktur.

Rejimlerin şahıslara izafesi ancak faşistlere yaraşır.”

Izmir Milletvekili Halide Edip Adıvar:

“Bu kanun, tarihten önce Asurilerin, Babillilerin insanları putlaştırdığı gibi, Atatürk’ü putlaştırmak istiyor.

Atatürk’ü put haline koyan bu kanun, inkılapları adeta mütehase (fosil) haline getirecek ve tenkit hürriyetine mani olacaktır.”

Mbf gbi

TCK daki 5816 sayılı kanun yani Atatürk'ü Koruma Kanunu, Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimselere yönelik uygulanan cezayı belirten bir kanundur, binaen aleyh lehide olmayan bir vakıa yada iddianame ye mukabil hemen buna mukabil kanunda yazan ceza sanığa veril melimidir , yoksa

Bu işin saikini, âmilini, illetini bir müessire bağlayacak gerçek sebepler adaletin muktezasınca yüce ve adaletperver mahkemece araştırılmalımıdır…!!!


 25/02/2016 tarihli paylaşımda "."kemalistler atatürk'e "kafir ve İslam düşmanı" demek hakaret değildir ......" Şeklindeki paylaşımda hakaret ve aşağılama olmadığı gibi, hakaret ve aşağılama kasti da yoktur. Bu paylaşımda kullandığım "Kafir" ve "Gavur" ifadelerinin hakaret veya aşağılama kastıyla değil, "Müslüman olmadığının" tespitini ifade etmek üzere kullanıldığının anlaşılması için, bu kelimelerin Türkçe'deki anlamını hatırlatmakta fayda görüyorum; Kâfir: 1. Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr eden kimse. 2. hlk. Genellikle Müslüman olmayanlara verilen ad. (Kaynak: Türk Dil Kurumu) Gâvur; 1. din b. Dinsiz kimse. 2. din b. Müslüman olmayan kimse 3. sf. mec. Merhametsiz, acımasız 4. sf. inatçı. (Kaynak: Türk Dil Kurumu).

Kamal Atatürk'ün Kafir/Gavur olduğu, yani gayrimüslim olduğu, Müslüman olmadığı;

"Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum." (Kaynak: Andrew Mango, Atatürk, s 447.),

"Türk milleti, bir kelimesinin manasını bilmediği halde, Kuran', ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler." (Kaynak: Medeni Bilgiler, Afet inan, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1969, s 364-365.),

"Arabistan yarımadasının kumsal çöllerinden; (ikra, Bismi, Rabbi) safsatasını esas tutmuş olan Araplar, uygar dünyada, bilhassa Türk zengin uygar bölgelerinde bu ilkel ve cahiliyet devrinin simgesi olan ilkeye dayanarak yapmadıkları tahrifat kalmamıştır." (Kaynak: Atilla Oral, Atatürk'ün Sansürlenen Mektubu, Demkar Yayınevi, 1. Basım, Sayfa: 61.)

"...Bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. (Kaynak: Söylev ve demeçler, cilt 1, s 389,1 Kasım 1937, TBMM açış konuşması),

"Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar. Onun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız." (Kaynak: Kazım Karabekir Anlatıyor, Uğur Mumcu, İstanbul, Tekin Yayınevi, 1990, s 83-84.) ve daha başkaca beyânlar ile, kendisinin ifadeleri ile ortada olan bir durumdur. Müslüman olduğunu beyan eden birine "Müslüman" demek nasıl ki hakaret değilse, bir dine inanmadığını ve islâm'a olan düşmanlığını da açıkça ifade eden ve bu beyanları tarihi vesikalarda, kayıtlarda da yer alan bir kimsenin "Kafir/Gavur" olduğunu, yani Müslüman olmadığını ifade etmek de hakaret yahut aşağılama değildir, sadece tespitten ibarettir.

SONUÇ VE TALEP: Yukarıda izah edilen gerekçe ve resen gözetilecek sair nedenlerden: BERAATİME, aksi halde ceza verilmesine yer olmadığı kararı ve HAGB dahil her türlü indirim ve erteleme haklarından yararlandırılmama karar verilmesini saygı ile arz ederim.


5816 Sayılı Kanundan ceza alanların davaya itiraz dilekçesi, istinaf örneği



İLGİLİ BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ İLGİLİ CEZA DAİRESİNE SUNULMAK ÜZERE


....ASLİYE CEZA MAHKEMESİNE


ANKARA


DOSYA NUMARASI....: .......


işbu dosyadan 11.06.2019 tarihinde hakkımda verilen mahkumiyet kararını istinaf ediyorum. Hakkımda verilen mahkumiyet kararı Anayasanın, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin düşünce ve ifade özgürlüğüne, adil yargılanmaya dair hükümlerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 5816 ya dair verdiği 21/10/2014 tarihli 9540/07 başvuru nolu Murat Vural kararı, 23 Haziran 2015 tarihli 34823/05 başvuru nolu ÖZÇELEBİ/Türkiye kararlarındaki prensiplere, Gene işbu konuya emsal olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 07/12/1976 tarihli Handyside- Birleşik Krallık ve 41123/30 başvuru nolu Yevgeniy Yakovlevich DZHUGASHVILI/Rusya kararlarına aykırıdır. Gerekçeli karar şahsıma tebliğ edildiğinde ayrıntılı istinaf dilekçesi vereceğim, Bu sebeplerden hakkımda verilen mahkumiyet kararının Beraatim yönünde kaldırılmasını diliyorum


gereğinin yapılmasını saygı ile arz ederim 12.06.2019 İSTİNAF EDEN SANIK


16 Haziran 2022 Perşembe

Diyanet İşleri Başkanlığı: "Yapay et helal değildir ve fıtrata aykırıdır."





Diyanet flaş duyuruyu yaptı: Bu gıdalar helal değil

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Başkanlık Müşaviri Dr. Muhlis Akar, küresel güçler tarafından geliştirildiği öne sürülen yapay etin helal olmadığını söyledi.

2022-06-16 11:35:00 -

Diyanet'ten gıda kıtlığına yönelik teknolojinin geliştirdiği yapay et ve GDO'lu gıdalar için helal değil yorumu geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Başkanlık Müşaviri Dr. Muhlis Akar, yapay et ve GDO'lu gıdalara ilişkin, “Yapay etin 3 sebepten dini açıdan problemli olduğunu söyledik. GDO'lu gıdalara da hiçbir zaman helal ve tayyip gıda diyemeyiz” dedi.

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) tarafından 15-16 Haziran tarihlerinde düzenlenen Organik Tarım Çalıştayı açılış toplantısı ile başladı. Toplantıda konuşma yapan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) Başkanlık Müşaviri Dr. Muhlis Akar yapay et ve GDO'lu gıdaların dini açıdan durumunu açıkladı.
"3 sebepten helal değil"

Yapay ete 3 sebepten helal ve tayyib gıda denemeyeceğini söyleyen Dr. Muhlis Akar, "Mesela yapay et tartışmaları oldu. İlk önce Başkanlığımıza, Din İşleri Yüksek Kurulumuza bu çok soruldu. Yapay et biliyorsunuz son zamanlarda tartışılan bir konu. Biz bu konuyu değerlendirdik. 3 sebepten dolayı bunun şu an için dini açıdan problemli olduğunu söyledik.

-Bir, canlı bir hayvandan alınan yani helal bir kaynaktan bir sığırdan veya eti yenen bir hayvandan alınsa bile, ondan alınan bir parça Efendimiz. A.S.'ın hadisine göre ‘canlı bir hayvandan alınan bir parça meytedir, leş hükmündedir'. Haramdır. Alınamaz. Bu yönden problemli. Helal değil.

-İkinci olarak laboratuvarda besi yeri çok önemli. Siz helal kesim yaptınız, sonra da kök hücre aldınız diyelim. Besi yeri ortamı, onun besleneceği kaynağın da helal olması gerekiyor. Orada da problem var.

-Üçüncüsü diyelim ki helal kesim yapıldı. Kök hücre alındı. Besi yeri ortamı da uygun ve helal bir kaynakla beslediniz. Yapay et diye garip bir şey ortaya çıkardınız. Peki bu helal ve tayyib gıda olur mu, yine olmaz. Neden derseniz, çünkü fıtrata aykırı bir ürün ortaya koyuyorsunuz. Allahü Teala'nın koyduğu düzene aykırı bir şey yapıyorsunuz. Bunun kısa, orta ve uzun vadede insan sağlığı üzerinde nasıl bir etki yapacağını bilemiyorsunuz.” diye konuştu.

GDO'lu gıdalar içinde durumun aynı olduğuna değinerek henüz bir zararı ortaya çıkmamışsa dinen bir şeye haram denemeyeceğini ancak helal ve tayyib gıda da denemeyeceğini belirten Dr. Akar, “GDO'lu gıdaları düşünecek olursak. Biz GDO'lu gıdalar helal midir haram mıdır bu konu bize çok sorulduğu zaman, alanın uzmanı akademisyenlerle zaman zaman bir araya geldik. Çalıştaylar istişareler yaptık. Orada GDO konusunda çok farklı değerlendirmeler gördük. Sonra da biz şöyle bir fetva çıkardık. Bir kere aktarılan gen haramsa kesinlikle o GDO'lu gıda haramdır. Yani domuz geni olabilir. Başka bir haram kaynak olabilir. Helal gen aktarılsa bile, helalle tayyibat farkına dikkat çekiyorum. Üretilen bir gıda kısa vadede insan sağlığına bir zararı yoksa henüz bir zararı ortaya çıkmamışsa dinen bir şeye haram da diyemezsiniz. Haram demek için elinizde bir nas olması lazım. Ama tayyibat açısından bu problemli. Yani GDO'lu gıdalara hiçbir zaman helal ve tayyib gıda diyemeyiz” diye konuştu.

https://www.yeniakit.com.tr/haber/diyanet-flas-duyuruyu-yapti-bu-gidalar-helal-degil-1665751.html

23 Mayıs 2022 Pazartesi

Hadis İnkarcılarına Cevaplar





“Hayır; Rabb’ine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.” (Nisa 65)

“Münafıklara, “Allah’ın indirdiğine ve Peygambere gelin” dendiği zaman onların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa 61)


Hadis inkarcılarının sadece hadisleri değil birçok ayeti de inkar ettiğini Mehmet Yaşar Kandemir'in "Hadis Karşıtları Ne Yapmak İstiyor?" isimli kitabını okuyarak öğrenebilirsiniz. hainlerin tuzaklarına düşmemek için bu kitabı mutlaka okumalısınız! ayrıca Mahmud Esad Coşan hocanın “Sünnet olmadan ümmet olmaz” isimli kitabını da okumanızı tavsiye ederim.


Kuran'ı ve hadisleri sorgulayanın olduğu yerde şeytan vardır. Kuran ve hadiste bazı konular müteşabihtir, anlamadığın zaman fazla kurcalamayacaksın. islam akıl dinidir, FAKAT SINIRLI AKILLA HERŞEYİ ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR.


ben Müslüman'ım bir kişinin sözü hadis ile çelişirse ben hadisi savunurum. hiç kimse hadis varken, hadise aykırı hüküm veremez! hadisi bile bile inkar eden İslam'dan çıkar. yanlışı söylendiği halde yanlışında ısrar eden, şeytanın yaptığını yapıyor demektir


"Kuran bize yeter" diyorlar hadisleri inkar edip kendi sözlerini hadisten daha önemli görüyorlar. işte ALİ İMRAN suresi 7. ayetindeki "Kalplerinde eğrilik olanlar" bu kişilerdir!


Hadis inkarcıları "kuran okuyun" diyor. Kuran okudukça onların yanlışlarını daha iyi anlıyorum. onları anlamak için Ali İmran suresi 7. ayet yeterlidir. ÖVÜNMEK İÇİN SÖYLEMİYORUM 10 farklı mealden Kuranı 22 defa okudum ve her gün 5 sayfa okumaya gayret ediyorum. -6 haziran 2020-


Kuran'ı doğru anlamak için; Öncelikle İslam'ın emir ve yasaklarına uymak gerekir. tefsir, hadis ve siyer kitabı okunmalıdır. İslamı yaşayacak kadar ilmihal bilinmelidir. Kuran'dan günde en az 4-5 sayfa okuyun. şu meali tavsiye ederim; Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali Hasan Karakaya


dinle kandıranlar; dünyada daha rahat bir yaşam vaad ediyor.
dinle kandırılanlar; dünyada daha rahat bir yaşam istiyor. itikadi konuları (ayet ve mütevatir hadisleri) inkar eden münafıktır.
ölçünüz bu olsun kandırılmazsınız! Her Müslüman dinini yaşamakla mükelleftir. HESAP VAR UNUTMA. Ebubekir Sifil'in Ehl-i Sünnet Akaidi, "Muhtasar Tahavi Akidesi Şerhi" kitabı akide (akaid) konusunda yazıldığı için üst seviye bir kitaptır. yani bu kitabı okumadan önce dini bilgileri bilmeniz ve yaşamanız gerekmektedir. bu kitabı okumadan en az bir meal, tefsir, siyer, hadis ve esmaül hüsna alanlarında kitap okumanızı tavsiye ederim. aksi takdirde kitaptaki bir çok konuyu anlamayacak daha sakıncalısı yanlış anlamanıza yol açabilecektir. ayrıca günümüzdeki tarihselcilik ve hadisi inkar eden yerli müsteşriklerinin tuzaklarına düşmemek için mutlaka bu kitabı okumanızı tavsiye ederim


sahih hadisleri inkar eden iki suç işler; 1- hadisi söyleyene yalancı der 2- hadisi aktarana yalancı der. birinci dinden çıkarır
ikinci kul hakkıdır. işinize gelmeyen, emir veya yasaklama içeren hadislere uymazsanız günahkar olursunuz, inkar ederseniz dinden çıkma ihtimaliniz var!


SEBE Suresi 23. ayette: “Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefâati fayda vermez.“ buyurulmuştur. yani 1- bazıları şefaat edebilir 2- bazıları şefaatten faydalanabilir GÜNAHKARLAR İÇİN ŞEFAAT VAR KAFİRLER VE MÜNAFIKLAR İÇİN YOK ARADAKİ FARK BU


“Kuran burada ne demek istemiş” demek yerine "Kuran'ın bu ayetini hayatımıza nasıl yansıtırız, bu ayetten ne gibi dersler çıkarabiliriz" diye düşünmeliyiz. Aynı şey hadisler içinde geçerlidir. Hadis ile Kuran'ı karşılaştırmak yerine Kuran ve Hadisleri hayatımıza yansıtmalıyız


Hadisler Kuran'ın açıklayıcısı ve tefsiridir. Hadis olmadan namazın kaç vakit olduğu bile bilinmiyor (ima var ama “namaz beş vakit” diye ayet yok) onun için “isra (miraç) mucizesi yalan” diyorlar. çünkü beş vakit namaz olmazsa, İslam da olmaz!


sözde Kuran Müslümanları neleri inkar ediyor; “insan Resmi ve Heykeli yapmak yasaklanmadı” diyorlar, isra(miraç) gibi mucizeleri inkar ediyorlar, cinleri inkar ediyorlar, sonsuz cehennemi inkar ediyor. BU KADAR AYET VE HADİSİ İNKAR EDEN YENİ BİR DİN UYDURUYOR DEMEKTİR


Bir Mümin; Amenerrasulü'yü inkar etmeden miracı inkar edemez Ettehiyyatü'yü inkar etmeden salavat'ı inkar edemez Beş vakit namazı inkar etmeden tarihselci olamaz Yani beş vakit namazı hakkı ile kılan bir MÜMİN yerli müsteşriklerin tuzaklarına düşmez


Bazıları "Biz Allah'ı seviyoruz" diyorlar fakat sevdiklerini ispat için hiçbir şey yapmıyorlar! Ali İmran Suresi 31. ayette buyurulduğuna göre Allah'ı seven Peygamberimize(salat ve selam olsun) ve onun şeriat'ına uymak zorundadır.


öztürk ve islamoğlu sempatizanları eğer ilimlerine güveniyorsa, İhsan Şenocak'ın "Kur'an-ı Kerim Müdafaası" ve "Sünneti Reddeden Kur'an Müslümanlığı" kitaplarını eleştirel okumaya davet ediyorum eğer samimi olarak beş vakit namaz kılıyorsanız kimin haklı olduğunu anlarsınız!


Sünnete gerek yok diyorlar! Sünnet, Peygamberimizin(salat ve selam olsun) yaptıkları veya yapmayın dedikleri şeylerdir. Peygamberimiz kelime-i tevhid'in yarısıdır. Peygamberimiz olmadan islam olmaz. Sünnete uymak hakiki samimi Mümin'in ölçüsüdür ne kadar sünnete uyarsan o kadar değerin artar


"Allah Teala'nın kitabında ve Rasulullah'ın koyduğu sünnetlerde hiçbir kimsenin görüşü (içtihadı) olamaz. Ümmet'in ictihadı, ancak hakkında ayet nazil olmayan ve Rasulullah'ın sünnetinde geçmeyen konularda olur." Ömer Bin Abdülaziz Darimi. Sünen, c.1 s. 125 no 432


-“İnsanların hadis öğrenmeye şimdikinden daha fazla muhtaç olduğu bir zaman bilmiyorum. Zira birçok bidat görüş ortaya çıkmış durumda. Hadisten nasibi olmayan bidate düşer.” Ahmed bin Hanbel


“Sahih bir hadis bulursanız, o benim mezhebimdir. Kitabımda Resulullah’ın sünnetine aykırı bir şey görürseniz, sünnetle/sahih hadisle hükmedin ve benim dediklerimi -bir kenara- bırakın.” İmam Şafii (Nevevi, Mecmu, Daru’l-Fikr, ts.1/63)


"De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin" Âl-i İmrân Suresi 31. Ayeti hakkında Hasan Basri şöyle der: Allah'ı sevmenin göstergesi, Resulullahın (salat ve selam olsun) sünnetine uymaktır.” Celaleddin Es-Suyuti - Sünnetin Dindeki Yeri sayfa 120


"Birtakım insanlar çıkacak, Kuran'ın müteşabih ayetlerini öne sürerek sizinle mücadele edecekler. O durumda sünnetlerle onların yakasına yapışın. Zira sünnetlere sarılanlar Allah'ın Kitabı'nı en iyi bilenlerdir." Hazreti Ömer Dârimi, Mukaddime, 17


-“Eğer siz sahabeyi görseydiniz, onlara ‘deli!’ derdiniz; onlar sizi görselerdi, ‘bunlar mümin değil’ derlerdi.” Hasan Basri


Ahmed b. Hanbel'in Halku'l-Kur'ân fitnesi (Mihne olayları) döneminde yaşadığı bir hâdise var. Ona kırbaç vuranlar bir taraftan diyorlar ki: ”Hani siz çoğunluktunuz, kendinize Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat diyordunuz, hani nerede bu cemâat? ”İmâm Ahmed'in ona verdiği bir cevâb var, çok ibretamiz: ”Cemâat demek; tek kişi bile olsa hak tarafdârı olmak demektir. Dolayısıyla bu ”cemâat” kavramını kemiyete indirgemek doğru değil. Ebûbekir Sifil, Ehl-i Sünnet Akáidi / Muhtasar Tahâvî Akîdesi Şerhi


“”(Nefsine söz ve davranış olarak sünneti emredebilen kimse hikmet konuşur. Nefsini söz ve davranış olarak heva ve heveslerinin esiri haline getirenin ağzından ise, ancak bidat sözler çıkar. Çünkü Allah Teala söyle buyuruyor: "Ona itaat ederseniz, doğruyu bulursunuz" Nur suresi 54)”” Ebu Osman el-Hiri


Kadı Iyaz şöyle der: "Rasûlullahı (salat ve selam olsun) sevmenin, O’na muhabbet beslemenin gereklerinden biri de; O’nun Sünnet’ine sarılmak, tebliğ etmiş olduğu dîni korumak, O’na yönelen saldırıları bertaraf etmek, O’nun uğrunda gerekiyorsa malını ve canını fedâ etmektir.”


Abdullah ibni Mübarek şöyle demiştir: "Kim edebi küçük görürse, sünnetlerden mahrum kalmakla cezalandırılır. Kim sünneti hafife alırsa, farzlardan mahrum kalmakla cezalandırılır. Kim de farzlara karşı gevşek davranırsa, marifetten mahrum kalmakla cezalandırılır."


"Sünnet'e aykırı bir şeye itikâd eden kişi, dünyanın ilmini ezberlemiş olsa da, ancak fitne başıdır" Yusuf Hemedani


Kur'an-ı Kerim'in anlaşılabilmesinin Sünnete olan ihtiyacını yakın planda müşahede eden Sahâbe, Ki-tab'ın Sünnet tarafından açıklanan hiç bir yönünün kapalı kalmaması için, Allah Rasûlü'nün (sav) yemeden içmeye, uyanıklık hâlinden uykuya, oturmadan kalk­maya kadar hayatının bütün detaylarını rivayet etti. Nitekim hadis mecmuâları Sahâbe'nin hiçbir detayı atlamadan Allah Rasûlü'nden (sav) sadır olan her şeyi rivayet ettiği hadislerle doludur. İhsan Şenocak Kur’an-ı Kerim Müdafaası s. 232

Sünnete Bağlılık, İtisâm, İttibâ, HADİS ve AYETLERLE RASÛLULLAH’A İTAAT

http://bunlaridusun.blogspot.com/2021/08/sunnete-bagllk-itisam-ittiba-hadis-ve.html

“Hz. Adem (as)’ın Babası vardır” diyen Mustafa İslamoğlu’na cevap

http://mustafa1senyurt.blogspot.com/2016/07/hz-adem-asn-babas-vardr-diyen-mustafa.html

Hızır aleyhisselam kıssasından öğreneceğimiz dersler

http://mustafa1senyurt.blogspot.com/2018/03/hzr-aleyhisselam-kssasndan.html

Mustafa İslamoğlu Gerçeği

http://mustafa1senyurt.blogspot.com/2015/02/hz.html

Şefaat nedir Kimler şefaat edebilir

http://mustafa1senyurt.blogspot.com/2018/05/sefaat-nedir-kimler-sefaat-edebilir.html

https://sorularlaislamiyet.com/hadis-ve-sunnet-karsitlarinin-iddialarina-cevap-verebilir-misiniz

Kur’an Nebi’ye itaati emretmiyor mu? Sünnet düşmanlarına ayetlerden cevap

https://www.ihvanlar.net/2018/01/15/kuran-nebiye-itaati-emretmiyor-mu/

17 Mayıs 2022 Salı

Gayrimüslimler Camiye Giremez!





İmam Malik'e göre; Kafirin mescide girmesi Müslümanlar ona izin vermiş olsa dahi engellenir. Zaruri bir işi dolayısıyla (davaların mescidlerde görüldüğü yerlerde, hakimin huzuruna çıkabilmek gibi ihtiyaç hissedilen hallerde) girmesi ise istisnadır. (Ebubekir Ahmed b. Ali el-Cessas, Ahkâmu’l-Kur’an, Beyrut, t.y., III, 114)

-Mekke Medine dışındaki diğer mescid olarak tahsis edilmiş yerlere sadece müminler girebilirler. Müşriklerin gezmek amacıyla mescidlere girmeleri haramdır.

Müşriklerden Allah’ın kelamını dinlemek ve islamı öğrenmek için girmek isteyenlere cami edeplerine uygun davranmaları şartıyla belli bir alanda ve ölçüde izin verilmiştir. Ama camilerin turistik amaçlı kullanılmaları haramdır.

Ülkemizde turistlerin ve namaz kılmayanların mescidlere alınmaları Cumhuriyet ve Tanzimat geleneğidir. Camilere müşriklerin girmeleri caizdir demek büyük günah olur. Bunun asrı saadetten delili yoktur. Fetvası da yoktur.

Ayasofya vakfiyesi cami olarak vakfedildiğine göre camide yapılamayacak bir şeyi serbest bırakamaz.

Camiye müşriklerin girmesi ve şirk sembollerinin camilere asılı kalması haramdır.

Efendimiz Kabe’yi camiye çevirince oradaki İslam dışı her şeyi temizlemiştir. İsa figürü, Meryem figürü ve bir gayrimüslim devleti olan Bizans figürleri camide olmaz.

Fatih Sultan Mehmet bu figürleri sıvayla örtmüştür. Yine örtülmelidir. Caminin hem müze hem cami olarak kullanılması tanzimatçıların dayatmasıdır. Müslüman hanımlar hayızlıyken camiye giremezken gayri müslim cünüplerin ve hayızlı hanımların camiye girmesine izin verilmesi durumu söz konusu olamaz.

Evet, bir yer temizse orada namaz kılınması sahih olur. Ama bir yer camiyse orada Hıristiyan ve Yahudi dini simgeleri olamaz. Olursa orası camiye çevrilmiş olmaz.

Baba, oğul, ruhul kudus simgeleri ve Hıristiyanlık simgeleri bir camide olması caiz olursa diğer camilerdeki (camiye dönüştürülen kiliselerdeki figürleri de aynı yöntemle çıkarırsınız bu caiz olacak demektir. Ayasofya’da caizdir ama diğerlerinde caiz değildir demek gülünç olacaktır.

Dini bir konuda konuşmak Allah'ın dini hakkında konuşmak kurana ve sünnete dayanan bir delille konuşmakla olur.

Ayasofya daki figürler arada bir açılırsa bile orası cami değil; namaz kılınabilir hale getirilmiş bir yer olacaktır.

Kanaatimce o şirk figürleri örtülmediği müddetçe vakfiye yerine getirilmiş olmayacaktır.

Yukarıda 1. cevapta yazdığım gibi camiler müşriklerin alınması caiz değildir. Camilerin içerisindeki hat tabloları ve süslemelerinin seyredilmesi kastıyla namaz kılmayanlar tarafından içinin gezilmesi caiz değildir.

Namaz vakitleri diye nitelenen vakitler ateist anlayışıdır. Namaz vakitleri 24 saat sürer. Öğlenin cemaatle kılındığı vakit namaz vakti zan edilse de durum öğle değildir. Öğle vakti güneşin zevalinden güneşin 2 mızrak boyu gölgeye ulaşmasına kadardır. Bu vaktin ilk kısmını Müslümanlara diğer kısmını kâfirlere veya namaz kılmayanlara ayırmak ta haramdır.

Cami ibadet yeridir. Tefessüh edilecek yer değildir.

İslâmî hassasiyetlerdeki zayıflamanın günbegün ivme kazandığı, kavram ve mefhumların tam anlamıyla muazzam tebeddül geçirdiği bir evredeyiz. Kimin neyi esas alarak konuştuğunun belirsiz olduğu, ağızdan çıkan dînî görüşlerin hiçbir endazeye tabi tutulmadığı tam bir kaos ve keşmekeş bizimkisi. Ortamdaki cehaletin âlim seviyesine çıkardığı zümreler, uhrevi boyutunu hiç de düşünmeksizin verdikleri fetvalarla toplumda oluşan “fetva varyasyonu”nun ana müsebbipleri sayılabilirler. Hamiyyet-i İslamiyye ve gayret-i imaniyye gibi bulunmaz hazineleri, fikir dünyaları’nın metruk köşesine layık gören toplum önderleri mesabesindeki âlimler, yaşanmaz hale gelen bu içtimaî hayatta artık tuzun dahi kokmaya yüz tuttuğunun habercileri…

İslam toplumunun teşekkül merhalelerinin bidayet mertebesindeki camiler ise, arz ettikleri manzara ve sundukları portre cihetiyle tecrit kampları ve iman zindanlarından farksız durumda… Nebevi tabirle, zahiri manada nihaî şekliyle mamur, manevi anlamda hidayetten son derece mahrum İslam mescitleri, içinde hissizce kılan musalliler ve içinde ruhsuzca kılınan namazlardan son derece müşteki vaziyetteler. Konumuz itibarıyla buna siz bir de Gayrı Müslimlerin mescitlere girmesi gibi bir meseleyi ilhak ederseniz sonuç artık problem kumkumasından farksız hale geliyor.

İlgili ayet ve Sebeb-i nüzulü

Müslüman olmayan kişilerin Mescid-i Haram başta olmak üzere diğer mescitlere girip- giremeyeceklerini konu edinen ayet-i kerime “Ey İman edenler! Allah’a ortak koşanlar bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[1] Şeklindeki ayettir. Bu ayet üzerinden ilk etapta konuşulması gereken şey ayetin nüzul sebebi olmalıdır. Ayetin nüzul sebebi hakkında müşriklerin Kâbe’ye gelip yemek getirdikleri ve bununla ticaret yaptıkları daha sonraları bundan nehyolununca Müslümanların “Bize nereden yemek gelecek” demeleri üzerine nazil olduğu nakledilmektedir.[2]

Ayette geçen müşriklerin neces oldukları şeklindeki ifade manası itibarıyla muhtelefun fihtir. Katade, Ma’mer b. Raşid ve diğerleri tarafından “neces” kelimesi müşriklerin cünüp oldukları ve gusletmelerinin dahi yıkanmak sayılmadığı şeklinde tefsir edilirken, İbn Abbas gibi müfessirler ise şirk mefhumunun onları necis kıldığı görüşüyle ayeti beyan etmektedirler. Bundan dolayıdır ki Hasen-i Basrî “Herkim bir müşrikle musafaha ederse abdest alsın” demektedir. Her halukarda müşrik olan bir kimseye İslam’a girip Müslüman olduğunda gusül alması vaciptir.

Konu hakkındaki ihtilaf ve görüşler:

Mezkûr ayet üzerinde Ulemanın adedi beşe varan farklı yorumları olmuştur. Birinci olarak Ehli Medine ayetteki mescitlerin tüm mescitlere şamil olduğunu ve müşrik tabirinin de bütün müşrikleri kapsadığını savunmaktadırlar. Zira Ömer İbn Abdülaziz bu ayet-i kerimeyi yazıp işçilerine göndermiş ve bu manayı vurgulamıştır. Ayrıca bu hususta “Allah’ın yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde” [3] şeklindeki ayet-i kerime de bu manayı teyit etmektedir. Çünkü müşrik kimselerin mescitlere sokulması bu mekânların yüceltilmesine zıt bir durumdur. Efendimiz Aleyhissalatü vesselam’ın “Muhakkak bu mescitler, bunlarda bevl ve pisliğin bulunması doğru olmaz” [4] hadisiyle “Ben hayızlı ve cünübe mescidi helal kılmıyorum”[5] şeklindeki hadisleri aynı şekilde mescitlere müşriklerin giremeyeceğini destekliyor vaziyettedir. Müşrik kimselerin cünüp oldukları izahtan varestedir.

İmam eş-Şafii ise, ayette geçen “Mescid-i Haram ifadesinin oraya münhasır olduğunu ve gayrısındaki mescitleri kapsamadığını ifade etmektedir. Bununla beraber, ayette zikredilen müşrikler ifadesinin umumunu savunan İmam Şafii, Yahudi ve Hristiyanların Mescid-i Haram dışındaki mescitlere girmesine cevaz vermektedir.[6] Buna delil olarak Efendimiz Aleyhissalatü vesselam’ın müşrik olmasına rağmen Sümame’yi mescide bağladığını göstermektedir. Ancak Ebu Bekir İbn Arabi “Ahkamu’l-Kur’an” ında bu şekilde hüküm veren İmam Şafii’nin ayetin zahirine takıldığını ifade etmektedir. İbn Arabi’ye göre Sümame’nin mescide bağlanması bu ayetin inişinden önce olabileceği gibi Efendimiz’in onun Müslüman olacağını bilmesinden dolayı da olabilir. [7]

İmam Malik, müşrik olan kimselerin hiçbir şekilde ne Mescid-i Haram ve ne de diğer mescitlere giremeyeceğini savunmaktadır. Çünkü illet olarak müşriklerin neces olmaları ta’yin edilmiştir ki bu illet onlardan müşrik oldukları sürece hiçbir zaman ayrılmayacak bir vasıftır. O halde bunların diğer mescitlere girmeleri de caiz olmayacaktır.[8]

İmam Ebu Hanife ise zimmilerin Mescid-i Haram dışındaki mescitlere girebileceğini söylemektedir. Buna göre ayetin iki şekilde anlaşılması gerekir. Birinci olarak ayette geçen müşriklerin, kendilerine Mekke’ye ve diğer mescitlere girmelerinin yasaklanmış olduğu ve zimmetlerinin bulunmadığı müşrikler olduğu söylenebilir. Arap müşriklerinden teşekkül eden bu zümreye ya Müslüman olmaları veyahut da kılıç teklif edilmektedir. İkinci olarak ayetin müşriklerin hac için Mekke’ye girmelerinin yasak olması şeklinde anlaşılması söz konusudur[9] ki bu şekildeki bir yorumun ayetin sebebi nüzulüyle ilişkilendirilmesi mümkündür.

Netice:

Mahza hakikatten mürekkep “Fakih kimse filhakika zamanının fıkhını bilen kimsedir” şeklindeki kelamın fehvasınca meseleyi bir de günümüz açısından, serdettiğimiz görüşler ışığında tahlil edecek olursak bir takım değişikliklerden mecburi olarak bahsetmek durumunda kalmaktayız. Zira ayet-i kerimeden istinbat edilen en müsamahakâr hüküm İmam Ebu Hanife’ye nispet edilmesine rağmen, onun fetvasında yer alan “zimmet” kavramının bu gün itibarıyla mevcudiyetinden bahis yapmamız mümkün gözükmemektedir. O halde bu gün Müslüman diyarlarında gerek ziyaret ve gerekse farklı amaçlarla gelip, Müslüman mabetlerine giren gayr-ı Müslimlerin durumu ne olmalıdır?

Doğrusu, meseleyi taassuptan uzak objektif bir bakış çerçevesinde tetkik etmeye kalkışırsak yukarıda zikredilen hadisler ve sair kaviller bize gayr-ı müslim kimselerin camilere girmesinin caiz olmadığını değilse en azından ziyadesiyle mahzurlu bir iş olduğunu göstermektedir. Çünkü zaten manevi anlamda yıkık bir vaziyette ifa ettiğimiz ibadetleri, bir de selâtîn camileri başta olmak üzere diğer camilere ziyaret için gelip giydiği kıyafetiyle manevi dünyamızı iyice altüst eden kâfirlerin bu fiilinde hiçbir mahzur olmadığını söylemek ne aklen ve ne de naklen ispat edilebilecek bir dava olamaz. Bir de buna bu günkü Müslümanların gerek tefekkür ve din algısı anlamında ve gerekse fiiliyat anlamında ahtapot misali kuşatma altına aldığı “acziyet” durumunu ekleyecek olursak “âdem-i cevaz” görüşünün ne denli hakikati yansıttığı gün yüzü gibi tebeyyün edecektir. Bu bahsin bu konuyla ilişkilendirilmesi tarafımızdan icad edilen bir şey değildir. Bilakis Ebu Bekir İbn Arabî, “Ahkamu’l-Kur’an”ında bu bahsi, burada aktarmayı münasip ve mühim addettiğimiz bir vakıa ile bitiriyor ve diyor ki:

“Dımeşk’te acayip bir şey gördüm. Camisinin Batı tarafında ve bir de Doğu tarafında Bab-ı Ceyrun denen bir kapısı vardı. İnsanlar bütün bir günde bir takım ihtiyaçları için orayı yol edinir ve oradan yürürlerdi. Zimmi bir kimsenin oradan geçmesi icap ettiğinde, kapıda durur ta ki onu bir Müslüman geçirinceye kadar oradan geçemezdi. Zimmi “Ey Müslüman! Seninle geçmem için bana izin verir misin? Der, O da “Evet” deyince onunla beraber geçerdi. Mescidin görevlisi zimmiyi görüp ona “Dön, Dön! diye bağırınca Müslüman “Ben ona izin verdim” dediğinde görevli onu bırakırdı.”[10]

İşte biz buna, İzine hasret çektiğimiz ve gelmesini şu anki halimiz itibarıyla karda açan çiçekler misali hayal ettiğimiz izzet-i İslâm’ın, akıllara bir daha hiç çıkmamak üzere kazınmasını telkin eden vakıa-ı acibe diyoruz…

[1] Kur’an, Tevbe 28

[2] İbn Halife Uleyvi, Camiu’n-Nukul fi Esbabi’n-Nüzul, II/106 Yayınevi: Yok 1404 B.1

[3] Kur’an, Nur, 36

[4] El-Beyhaki, Marifetu’s-Sünen ve’l-Âsâr, III/369, No: 4958

[5] Ebu Davud, Sünen, Kitabu’t-Tahare, Babu’n fi’l Cünub yedhulu’l-Mescid 92, No:232

[6] Kurtubî, el-Cami’ li Ahkâmi’l- Kur’an, X/155 Müessesetu’r-Risale, B.1 2006

[7] Bkz. İbn Arabi, Ahkamu’l-Kur’an II/ 469,Daru’l- Kütubi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan

[8] İbn Arabi, Ahkamu’l-Kur’an, a.y.

[9] Bkz. Ebu Bekir Razi el-Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, IV/279 Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Müessesetu’t-Tarihi’l-Arabi, Beyrut-Lübnan 1992

[10] İbn Arabi, Ahkamu’l-Kur’an II/471

https://darusselam.com/fikih/gayrimuslimlerin-mescidlere-girmesi-ve-cevazi-boyutu.html

Ayasofya'daki hristiyan sembolleri kalıcı olarak kapatılmadan içinde namaz kılınmaz


http://mustafa1senyurt.blogspot.com/2020/07/ayasofyadaki-hristiyan-sembolleri-kalc.html