6 Ağustos 2021 Cuma

Harun Çetin hocanın Nureddin Yıldız hocanın aşı fetvasına cevabı..





Nureddin Yıldız, kovid aşılarının caiz olduğu iddiasını şu cümlelerle beyan etmiştir:

“Aşı konusunda yapılan itirazlar ne yazık ki “mışlı” mişli” ifadelerle bitmektedir. Yaşadığımız durumda hastalık afet boyutuyla kati ve tartışılmaz durumdadır. Müslümanlar ve insanlığın çaresizliği de kati ve tartışmasız durumdadır. Bir güvenilir Müslümanın veya kurumun kurtuluş umudu olabilecek çalışması ise yok denecek durumdadır. Bu ortamda Müslümanlar olarak bizim vazifemiz, durumun vahametini sayıp durmak değildir. Kalbimiz mutmain olmasa da mevcut umudu kullanmaktır. Müslüman tıp adamlarımızla yaptığımız istişarelerde en ehveni tercih etmekten başka bir çarenin olmadığı söylenmektedir. Netice olarak şunu tespit edebiliriz; konumu, mesleği, risk durumu ve çevresi itibariyle sağlık uzmanları ve resmî mercilerin aşı olmasını gerekli gördükleri kimseler aşı olmalıdırlar. Meseleye aşı gözüyle bakmadan önce “Allah’ın emaneti olan can” ve “kul hakkına riayet” gözüyle de bakılmalıdır.” (12.03.2021)

Nureddin Yıldız’ın bu açıklaması bir fetva değil, daha çok aşıya şüpheyle bakanları ve itirazı olanları küçümser tavrıyla kaleme aldığı bir küçük köşe yazısına benzemektedir. Üslup meselesinin muhtevayı gölgede bırakmasına kendime müsaade vermeyerek direk mevzuya geçmek gerekiyor. Bu aslında üsluptan ziyade usulen de bir fetva değildir. Zira kavga edercesine harala gürele kaleme alınan ve hangi usule dayandığına dair küçücük bir ibare, ifade ve işarenin olmadığı bir yazıdır.

Zarf tenkidini uzatmadan mazrufa geçelim inşallah. İşin fıkhî boyutuna temas etmeden evvel, diğer konulara değinmek istiyorum. Nureddin Yıldız, aşı hususundaki kuvvetli şüpheleri hatta yer yer bilimsel verileri bir çırpıda “mışlı-mişli” kategorisine koyarak bir algıyla çöpe attı. Hâlbuki şu an mevcut 7 aşı hususunda, aşıları icat eden doktorların (misal “aşıyı bulan mucize Türk” olarak takdim ve reklam edilen Prof. Dr. Uğur Şahin) ve firmaların ifadeleriyle, aşıların hastalığa tamamen şifa olamayacağı, bu aşıların devamlı yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü 12 bin(!) kere mutasyona uğrayan bu virüsün; hangi sıklıkla ve hangi aşılarla iyileştirici olacağı kesinlik kazanmamıştır. Yani bilim dünyasının ve aşıları icad eden doktor ve firmaların çok net söylediği şey; şu an bu aşıların deneme sürecinde olduğudur. Yani şu an aşı olunanlar denektirler, tekraren söylüyorum; bu, aşıya şüpheyle yaklaşanların değil aşıyı üretenlerin sözüdür.

Deneme sürecinde olan bu aşıya yukarıdaki yazıyla olur veren Nureddin Yıldız’a biz değil, 6 ay evvelki Nureddin Yıldız cevap verse yeterlidir aslında:

“Soru: Hocam, Covid-19 aşısını insanlar üzerinde test süreci başladı ve gönüllüler aranıyor. Bu süreçte gönüllü olmanın ve bu aşıyı kendi üzerimizde denettirmenin dini boyutu nedir?

Nureddin Yıldız’ın cevabı: İnsan sağlığı ile ilgili ilaç ve uygulama araştırmalarında insanların üzerinde deney yapılması her ne kadar ‘insana hizmet’ ekseninde dönüyor olsa da ‘sakıncası yok’ şeklinde tanımlanamaz. ‘Sakıncası yok’ çizgisi ile ‘mümkün değildir’ çizgisi arasında şeriatımızın temel prensipleri doğrultusunda şöyle bir tespit yapılabilir:

a- İnsanlık bugüne kadar geliştirdiği ilaçlarda ne yazık ki mahkûmlar, savaş esirleri, paraya muhtaç fakirler üzerinde bedeli ağır deneyler yapmıştır. Sesi çıkmaz insanlar üzerinden diğer insanların sağlığı düşünülmüştür. Gariplerin servet sahiplerine yem edilmesi şeklinde gelişmiş olan bu süreç kabul edilebilir değildir. Yapılan işin ne olduğunu bile bilemeyecek durumdaki insanların kobay olarak kullanılması ilaç şirketlerinin kara lekesi olarak kalacaktır. İnsanı insana kurbanlık koç olarak feda etmenin dinimizce kabul edilirliği olamaz. b- Sonunda denek olarak kullanılan insanın öleceği kat’i olarak bilinen bir deneme ‘diğer insanlara yarar felsefesi’ üzerine kurulu olsa da caiz olmaz, öyle bir deney kat’i haramdır. Hiçbir insan başka bir insanın kurbanı değildir bu dünya hayatında. Söz konusu kobay insanın bunu kabul etmesi bile haram olmayı değiştirmez. İnsanın kendi bedenini veya bir organını feda etme hakkı yoktur. c- Üzerinde deneme yapılan kişinin aklını yitireceği kat’i olarak bilinen bir deney ve çalışma da hiçbir insanda yapılamaz. Zira insanın aklı insan gibidir. Aklın yitirilmesi Allah’ın teklifine muhatap olma kabiliyetinin yitirilmesidir. Hiçbir insanın aklı bazı ileri akıllılara harcanabilecek bir nimet değildir. d- İnsanı ayakta tutan organlardan birini kaybedeceği kat’i olarak bilinen bir deney için de caiz olma yönü yoktur. e- Reşit olmayanlar üzerinde yapılacak deneylerde ‘insanlığın başka hiçbir çaresi kalmamış’ olma gibi çok yüksek bir hassasiyet üzerinden belki caizlik bulunabilirse de reşit olmayanların yani yapılacak deneye kanuni kimliği ile evet deme kabiliyeti olmayanların kullanılmaları caiz olmaz. f- Öncesinde insanlar dışındaki canlılarda denenen, uzun vadede de olsa öldürücülüğü kat’i olmayan, – Resmi kayıtlarla, etik kurul denetiminde ve şeffaf bir şekilde bilimsel bir kurulla yürütülen, – İlk tespitlere göre öldürücü yönü bulunmadığı zannedilen, – Yapılacak çalışmaya katılacak insanın onuru ve kişiliği zedelenecek bir yöntemin kullanılmadığı – Denek olarak kullanılacak kişiye baskı yapılmamış, kendi rızası ile aday olmuş bir durumdaki denemeler caizdir, bir fazilet kaynağıdır. Böyle bir çalışma ile ortaya çıkarılacak sağlık ürünü bütün çalışanlar için hayırla anılma vesilesidir. Müslüman olanlar için de sadaka-ı cariyedir. Böyle umar ve bunu temenni ederiz.” (20.09.2020)

Peki, hocamıza sormak isteriz, Eylül ayından bugüne deyin 6 ay zarfında yazdıklarınızdan ne değişti, dile getirdiğiniz şüphelerden hangisi izale oldu, Eylül ayında ‘gariplerin servet sahiplerine yem edilmesi şeklinde gelişmiş olan bu süreç kabul edilebilir değildir’ ifadenizdeki garibanlar mı değişti, o servet sahipleri (Rockefeller, Bill Gates) gitti de yerlerine servet sahibi olmayan merhametli zenginler mi geldi? Değişen nedir hocam? Hatta tam da o bahsettiğiniz insanlığı yem eden, yok eden o iki isim aşıların finansörleri değil mi? Aşıyı icad eden bütün şirketlere destek veren Bill Gates değil mi? Aşıların içindeki malzemelerin ve hangi aşıda ne kullanıldığının, içeriğinin helalliğinin haramlığının hiçbir cevabı verilmeden, caizdir denilmesini yani fıkhî fetva boyutunu hadi biz de göz ardı edelim, ama sanki hastalığa şifası kesinmiş gibi, tıbbî şüpheler kesin izale edilmiş gibi yazılması da 6 ay içinde kendisiyle çelişmesinin en bariz delilidir.

Nasıl bir felaketse bu, hastalıktan evvelki senede yani 2019’da vefat sayısı, hastalık senesinden yani 2020’de vefat edenden daha fazla. Direk sağlık bakanı canlı yayında açıklamışken, Nureddin Yıldız hoca, medya eliyle kurulan algı ağını, yasaklarla hapsedilme olayını herhalde ölümler, hastalıklar felaketi olarak zannetmiş.

Nureddin Yıldız Hocaya bir soru daha sual edip işin fıkhî boyutuna girmek istiyorum; bugün bu aşıyı finanse edenler, zorlayanlar aynı zamanda yapay eti de insanlığın geleceği ve tabiatın (!) korunması için zaruri görmektedirler ve büyükbaş hayvanların yok edilmesi gerektiğine dair beyanatlar vermektedirler. Acaba Nureddin Yıldız hoca buna da bir fetva verecek midir ve büyükbaş hayvanların yok edilmesini savunacak mıdır? Zira sizin öne sürdüğünüz “emanet olan canın korunması” meselesi, küreselcilerin öne sürdüğü de “emanet olan tabiatın korunması”! sebep aynı, netice ve fetva da aynı olur galiba!

Şimdi fıkhî boyutunu ele almaya çalışalım:

Hanefi fıkhında, ibadat haricindeki mevzularda misal yiyecek, içecek, tıp gibi mevzularda fetva verirken, fıkıh usulü ve ilmi haricinde yan bilgi olarak bu sahalara dair de malumatlar icap etmektedir. Yani misal tıbba dair bir mevzuda fetva verilecekse fıkıh ilmi yanında tıp bilgisi veya bilen birisi icap etmektedir. Lakin ilginç olan şudur, fetva verecek fakihte eğer tıp bilgisi mevcut değilse, danışacağı doktorun fıskından emin olunması gerekmektedir. Bu çok mühim bir noktadır. Yani önüne gelen doktordan, küreselcilerden nemalanan doktordan, hayatını nebevî tıbbı imhaya adamış doktordan demiyor, hatta doktorun Müslüman olması da yetmiyor. Fıskından emin olunması gereklidir diye şart koyuyor. Burada zahir olan ilk mana, o danışılacak doktorun mutlaka Müslüman olması gerekmektedir. Zira fıkha göre bütün fâsıklar kâfir değildir, amma bütün kâfirler her daim fâsıktır. İkincisi Müslüman olması da yetmiyor fâsık yani günah işleyen birisi de olmayacak. Burada günahın boyutunda fakihler arasında ihtilaf olmakla beraber İbn Abidin’e ve Fahreddin Razi’ye göre fısk; zina, içki, faiz gibi büyük günahları irtikâp etmektir.

Şimdi evvela Nureddin Yıldız hoca bu usule göre hareket etti mi? Yani danıştığı doktorların fıskından emin miyiz? Evvela onu bilmemiz lazım. Ve günümüzde maalesef herkese güvenemeyeceğimiz için hocadan 7 aşının içeriğini araştıran ve helal olduğunu veya kullanılması lazım geldiğini söyleyen “fâsık olmayan” o doktorlar kimlerdir, öğrenmek istiyoruz. Ayrıca 7 aşı birden mi caiz, yoksa bazısı caiz bazısı değil mi, hangisi hangi sebebe istinaden caiz, hangisi hangi sebebe mebni caiz değil, ya da hepsi de caiz ise nasıl caiz? Bunları detaylıca cevaplamasını istiyoruz, bekliyoruz.

Yine usulen devam edeceksek; tedavide kullanılacak ilaçta/aşıda haram olan bir şey mevcut değilse bunda zaten bir beis yoktur, kullanılabilir. Eğer içerisinde haram bir madde varsa velakin aynı hastalığa iyi gelen başka helal bir terkip/ilaç varsa, içinde haram madde olan ilaç kullanılamaz, caiz değildir. Şimdi ben direk kendimin ve ailemin geçirdiği bu koronayla alakalı hem şahitler huzurunda hem Allah için yemin ederim ki; bir tane bile ilaç almadan, aşı da vurulmadan sadece tabii ürünleri kullanarak iyi oldum. Hem ben hem zevcem hem ağabeyim hem başka yüzlerce kişi örnek veririm ki ilaç, aşı kullanmadan iyi olduk Rabbimize sonsuz hamd ü senalar olsun. Ama yine uzaklara gitmeyerek yine kendi ailemden örnek verirsem 80 yaşında bir komşumuz aşı olduktan 4 saat sonra vefat etti, yoğun bakıma giden amcam da entübede vefat etti. Yine bu menfi misalleri de onlarca çoğaltabilirim. Neticede bunlar hastane kayıtları olan şeylerdir ve hoca araştırırsa hiç de “mışlı-mişli” şeylerin olmadığını görecektir bu hususta. Yani Nureddin Hoca bu ikinci mevzuda da yanılmış, helal olan tedavi varken kesinlikle şüpheli olan (sadece bizce değil Nureddin hocanın 6 ay evvelki yazısına göre de, bugünün bilim adamlarının söylemesine göre de şüpheli) tedaviyi kullanamaz.

Hoca hâlâ “yok kullanır” diyorsa, bir üstteki paragrafta sorduklarıma net cevap vermelidir.

Son olarak Nureddin Yıldız bunca muğlaklığına ve şüpheye rağmen cevaz meselesini sağlık uzmanları ve resmî mercilerin onayına bırakmış durumda olması ise hayret vericidir. Zira İslam’la ve İslamî hassasiyetle idare edilen hukuk sahibi miyiz ki, resmî ricali veliyyülemr belledik. Hadi bunu da farz-ı muhal kabul edelim, ama yakın tarihimizde hepimizin yaşadığı ve daha doğrusu resmi mercilerin yaşattığı acı tecrübeleri nasıl görmezden gelelim?


O resmî merciler değil miydi, bu halkın evlatlarına ABD’den gelen süt tozlarını mekteplerde zorla içirip, normal sütlerin zararlı olduğunu senelerce anlatanlar?


O resmî merciler değil miydi, Nureddin Hocanın da pek övdüğü hacamatı tıbba aykırı bulup yasaklayanlar?


O resmî merciler değil miydi doğum kontrol haplarını Anadolu’da kapı kapı ev ev dolaşıp dağıtan ve nüfus planlaması yapanlar?


O resmi merciler değil miydi Çernobil patlamasıyla kanser bulaşan çayları Karadeniz halkına içirip bugün bölgedeki her evden kanser hastasının çıkmasına sebep olanlar?


O resmî merciler değil miydi hemşire fotoğraflarıyla sigaranın sağlığa faydasını (!) anlatanlar?

Velhasıl Nureddin Yıldız’ın kaleme aldığı fetva ne usul ne üslup ne dayanılan merciler açısından müspet bir yazı olmamıştır ve sorularla, şüphelerle malüldür.

Harun Çetin

https://coronaloji.com/nureddinyildizacevap/?fbclid=IwAR1_cDoF10PZoAtSZg2blYhaTeHmzoZ4g4_5FEf2RtAzi33AGVlyy9zD6_0


Korona Yalanları ile alakalı 100 den fazla twet paylaştım

blogda korona ile alakalı 7 yazı paylaştım

lütfen bu twitleri ve yazıları inceleyin

ortada salgın hastalık yok

aşı olmaya gerek yok

https://mustafa2senyurt.blogspot.com/2020/08/korona-yalanlar.html…

https://twitter.com/i/events/1411240076303122436…

30 Mayıs 2021 Pazar

KİMSE AŞIYA ZORLANAMAZ.





"Yazmak Şart Oldu!"

Akif Dursun İslam Hukuku Öğretim Üyesi

Bismillah Covid 19 nedeniyle ortalıkta dolaşan bolca kul hakkı, dini gereklilik vb. sözler ve Diyanet'in son fetvası üzerine artık yazmam gerektiğini düşündüm. Elimden geldiğince bu hastalığa ve alakalı hususlara fıkıh penceresinden bakacağım. Öncelikle birkaç bilgi verelim: Arapçada bilgi için şöyle bir sınıflama vardır: 1- Yakin: Kesin bilinen şeydir. %100 bilgiyi ifade eder. 2- Zann-ı galip: Doğruluğu çok yüksek ihtimalli bilgidir. Kesine ulaşmamıştır ancak ona yaklaşmıştır. %75-%99 arası bilgi diyebiliriz. 3- Zan: Yüzde 50'yi geçen bilgi için kullanılır. Doğruluk ihtimali daha kuvvetlidir. %51-%75 arası bilgi için kullanılır. 4- Şek: Doğruluğu ile yanlışlığı hakkında karar verilemeyen ikisinin de eşit ihtimalde olduğu bilgidir. %50'lik bilgidir. 5- Vehim: Doğruluk ihtimali %50'nin altında kalan bilgi için kullanılır.

Fıkıhta hükümler yakin ve zann-ı galibe istinat eder. Vehimle asla hüküm verilmez. Zan ve şek ile ilgili istisnai hükümler vardır. Şimdi şu anda alınan tedbirleri savunup bunlara uymayanları "kul hakkı" ile tehdit edenlerin argümanlarına bakalım ve bunu fıkıh çerçevesinden inceleyelim: 1- Bu hastalık çok bulaşıcı bir hastalıktır: Bugün itibariyle Türkiye için toplam test sayısı 52.377.678,toplam yaka sayısı 5.186.487'dir. Buna göre Vaka/test oranı %9,9'dur. Madem bu kadar bulaşıcı bu hastalık neden oranlar %10 civarındadır. Ama efendim tedbir denmesin çünkü tedbirin olmadığı ülkelerde de bu durum çok değişmemekte hatta daha aşağıda bulunmaktadır. 2- Bu hastalık çok tehlikeli ve öldürücüdür: Bugün itibariyle toplam ölüm 46.268 adettir. Buna göre ölüm/yaka oranı %0,89 civarında. 23 Mayıs 2021 tarihi için yaka sayısı 7.839, hasta sayısı 710'dur. Buna göre hasta/yaka oranı %9 civarındadır. Vakaların çok yükseldiği günlerde bu oran daha da aşağıdadır. Mesela, 61.967 yaka görüldüğü 21 Nisan 2021'de hasta sayısı 2.932'dir. Yani oran %5'in altındadır. Virüs bulaşanların bile çok azının hasta olduğu bir hastalık nasıl bu kadar tehlikeli olmaktadır?

3- Çok sayıda insan bu hastalıktan ölmüştür: Bu hastalıktan ölüm oranını yukarıda verdik. Ayrıca bu hastalığın ölümleri artırıp artırmadığını anlamak için toplam ölüm sayısına bakmak gerekir. Sağlık Bakanımızın bizzat açıkladığı üzere genel ölüm istatistiklerinde bir artış yok hatta azalma vardır. Şimdi Sağlık Bakanlığı tarafından verilen bu rakamlara bakarak bu virüsün insanı kesin veya zann-ı galiple hasta ettiğine, kesin veya zann-ı galiple öldürdüğüne hükmedilebilir mi? Rakamlar bunların vehim (kuruntu) düzeyinde kaldığını göstermektedir. VEHİM İLE HİÇBİR HÜKÜM VERİLEMEZ.

Bir diğer husus maske, mesafeye dikkat etmeyenlerin kul hakkına gireceği iddiasıdır. Şöyle bir akıl yürütmesi yapılıyor: Belki de adam virüs taşıyor ancak bilmiyor. Muhtemelen başkasına bulaştırabilir. Şimdi adamın virüs taşıması bir ihtimal, taşıyorsa bulaşması bir ihtimal, bulaşırsa hasta etmesi bir ihtimal, hasta olursa ölmesi bir ihtimal... eğer hesaplanırsa binde biri bile bulmayan bir ihtimalle nasıl kul hakkı vb. gündeme geliyor. Eğer bu ihtimaller kul hakkım getirecekse ben daha sağlamını söyleyeyim. Tüm araba kullananlar kul hakkına girmektedir. Çünkü araba egzozlarından çıkan gazlar havayı kirletmektedir ve bunların hastalığa neden olma ihtimali büyük oranla virüsten daha fazladır. Bunlara fabrika bacalarını, plastik ürünleri vb. dahil edebilirsiniz.

Aşı meselesine gelince, yukarıdaki verilere göre aşı zaruridir diyemeyiz. Çünkü İslam uleması tedavi edici bir şeyin zaruri kabul edilmesi için kesin veya kesine yakın bilgi istemiştir. Yani eğer o tedaviye başvurmazsa öleceği veya sakat kalacağı kesine yakın bilinmelidir. Bu sebeple aşı olmamak vebaldir vb. yaklaşımlar doğru değildir. O zaman ikinci soru gelir, acaba aşı vurulmak caiz midir? Bunda da aşının içeriğine bakmamız gerekir. Aşıya başvurma zaruri kabul edilmediğinden içeriği caiz olmayan bir şey ile tedavi olmaz. Benim incelediğim kadarıyla m(RNA) tabanlı üretilen aşılar GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) kapsamındadır ve GDO'lara caiz demek zordur. Çünkü yaratılışı değiştirme kapsamındadır. İnaktif metotlarla üretilenlerde ise bir sıkıntı gözükmemektedir. Yani isteyen vurulabilir ancak kimseyi de zorlayamaz. Veba ile ilgili hadis ve Hz. Ömer'in tavrı bu dönemde epey örnek gösterildi. Hadis şöyledir: "Bir yerde tâun (bulaşıcı hastalık) ortaya çıktığını duyduğunuz zaman oraya girmeyiniz. Bulunduğunuz yerde tâun (bulaşıcı bir hastalık) ortaya çıkarsa, oradan da çıkmayınız." (Buhârf, Tıb 30; Müslim, Selâm 100)

Suriye bölgesi ordu kumandanı Ebû Ubeyde b. Cerrâh tarafından Şam-Hicaz yolu üzerindeki Serğ kasabasında karşılanan Hz. Ömer'e Şam'da veba çıktığı haberi verilince vebanın olduğu yere gitmemiş, kendisine, "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" diyen Ebû Ubeyde'ye Allah'ın kaderinden yine O'nun kaderine sığındığını söylemiştir. (Buhârf, "Tıb", 30; Müslim, "Selâm", 98-100) Bu salgında Ebû Ubeyde, Muâz b. Cebel, Şürahhil b. Hasene, Süheyl b. Amr, Fazl b. Abbas ve Yezid b. Ebû Süfyân gibi birçok sahâbi dahil 25.000'e yakın insan ölmüştür. Burada söylenecek birkaç husus var. Birincisi korona ile hadiste belirtilen ve Hz. Ömer'in kaçındığı veba aynı değildir, kıyas yapılamaz. Çünkü o hastalığın bulaşma ihtimali ve ölüme sebep olma ihtimali çok yüksektir. Korona ile ilgili rakamlar ise ortadadır. İkincisi bu uyarıya rağmen Ebû Ubeyde (ra) Şam'a dönmüştür ve kimse ona neden döndüğünü sormamıştır. Bir de korona ile ilgili tepkilerin akaid tarafına temas eden yönü var ki bahsetmeden geçemeyeceğim. Şu anda öyle bir dil kullanılıyor ki sebeplere mutlaklık, tesir gücü veriliyor. Ecel sanki belli değilmiş, hastalandırmak ve ölüm Allah'ın kudretine değilmiş gibi konuşmalar yapılıyor.

Özellikle Müslümanların ölüme karşı tavrı beni hayal kırıklığına uğratmış durumda. Bu hususta çok sayıda ayet-i kerime var ancak birkaçını paylaşayım: Ey iman edenler, inkâr edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: "Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi" diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah'tır. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Al-i İmran 3/156) Şimdi de tedbir alsaydı ölmezdi diyorlar. Onlar kendileri oturup kardeşleri için: "Eğer bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi" diyenlerdir. De ki: "Eğer doğru sözlüler iseniz ölümü kendinizden sayın öyleyse." (Al-i İmran 3/168) Şimdi de dediklerimizi yapsaydı ölmezdi diyorlar. Her nerede olursanız ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: "Bu Allah'tandır" derler; onlara bir kötülük dokunsa: "Bu sendendir" derler. De ki: "Tümü Allah'tandır." Fakat ne oluyor ki bu . 6/1 topluluğa hiçbir sözü anlamaya çalışmıyorlar? (Nisa 4/78)

Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O'dur. (Enam 6/2) Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir; (Vakıa 56/60) Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Münâfikun 63/11) Konuyla ilgili bir hadis-i şerif şöyledir: "Şüphesiz veba öyle bir azâptır ki, Allah onu dileyeceği kimseler üzerine gönderir. Neticede Allah veba mü'minler için bir rahmet (vesilesi, kâfirler için de bir azâp) kılmıştır. Bir yerde veba meydana çıkar da orada bulunan herhangi bir kul -sabrederek, sevâb umarak ve bu veba yalnız Allah'ın takdir edip yazdığı kimselere isabet eder olduğunu bilir ve bu kanaati besleyerek- bulunduğu beldede kalırsa, muhakkak Allah ona şehid ecrine benzer sevâb takdir buyurun" (BuhârT, "Tıb", 31) Hadiste hastalığın Allah'ın takdiri ile bulaşacağı özellikle vurgulanmıştır.

Şu hadiste bu hususta açıklayıcıdır: "Rasülullah(s): "Sirayet yoktur (yani hastalığın bulaşması); safer denilen şey de yoktur; hâme denilen şey de yoktur" buyurdu. Bunun üzerine bir bedevi Arab: Yâ Rasülallah! (Hastalığın sirayeti yoktur buyurdunuz. (Peki öyleyse) benim develerime ne oluyor ki, onlar kumda ceylânlar gibi sağlıklı oluyorlar. Derken uyuz deve gelip aralarına girdiğinde onları uyuz ediyor? dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Öyle ise ilk uyuz deveye bu hastalığı kim sirayet ettirdi?" diye cevâp verdi." (Buhârf, "Tıb", 25, 19) Başka hadislerde bulaşma olabileceğine dair ifadeler olduğu halde bu hadiste bulaşmanın olmadığının söylenmesi, hastalıklara ve sebeplere bir kudret vermemek gerektiği yönündeki uyarıdır. Bedevinin sorusu ve cevabı bunu göstermektedir. Bunlar tedbiri terk etmek manasına anlaşılmamalıdır. Evet insana tedbir emredilmiş ve tedbire uyması istenmiştir; ancak tedbire mutlaklık verilmemesi, takdirin Allah Teâlâ'ya 8/1 ait olduğunun unutulmaması da istenmiştir.

Hiçbir Müslümanın bu sözleri söylerken tedbire mutlaklık vermek gibi bir amacı olmadığını biliyorum. Ancak ifadelerimizin ve davranışlarımızın sıkıntılı olduğunu anlatmak istiyorum. Nerede olursak olalım ölüm gelecek ve bizi bulacak. Bunun sebebinin şu veya bu olması bizim asıl takdir edeni görmemize engel olmasın. Ayrıca ölüm kötü bir şey değildir. Mevlana'nın tabiriyle "şeb-i ârûs /düğün gecesi" Resulullah'ın diliyle "Refik-i Ala."ya / en yüce dosta" kavuşmadır. ÖZETLE SÖYLEMEK GEREKİRSE: Ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında fıkıh kaidelerine göre aşı ve istenen tedbirlere gereklidir (vaciptir) hükmü verilemez. BU SEBEPLE KİMSE BUNLARA ZORLANAMAZ. BUNLARA UYMUYOR DİYE DE KİMSE KUL HAKKİNA GİRMEZ. Kul hakkından bahsedebilmek için kendisinde virüs olduğunu bilen birinin başkasına bulaştırmaya uğraşması gerekir ki bunu ancak psikopat birisi yapar, onun da kul hakkı diye bir derdi olmaz. isteyen aşı vurulabilir ancak içeriğini araştırmak zorundadır. En azından bunu bilen güvendiği bir hocadan fetva almalıdır. Devlet adamlarının bunu yaptırması delil olmaz. KİMSE AŞIYA ZORLANAMAZ.

Burada yazdıklarım fertlerin ve din adına söz söyleyenlerin tavır ve sözlerine dönüktür. Belki devletin tavrından da bahsetmek gerekir. Devletin mubah alanlarda düzenleme yetkisi kabul edilmiştir. Bir günahı emretmiyor veya günaha yol açmıyorsa tasarrufları hakkında söz edilmez. Ben devletin şu anda aldığı tedbirleri gereksiz görsem de yaptıklarının dinen uygun olmadığını söyleyemem. Ancak yukarıdaki kaidelere binaen, Cuma namazını engellemek, cemaati yasaklamak gibi tasarruflarını doğru olmadığını, Diyanet'in bu husustaki içtihadının yerinde olmadığını söyleyebilirim. Bu arada bana göre gözden kaçan bir hususu da ilave edeyim: Her gün onbinlerce kişiye test yapılmakta ve bunların çok azında virüs tespit edilmekte. Bu demektir ki test için gidenlerin çok büyük bölümünde herhangi bir belirti olmadığı halde sırf korku nedeniyle test yaptırılmaktadır. Bunun israf boyutu, sağlık personeline gereksiz yükü neden düşünülmemektedir? İşte size Kul Hakkı! Ayrıca evde hastalığı atlatabilecek iken çeşitli torpillerle hastaneye yatanları söylemiyorum. Sağlık harcamalarının, gereksiz sebeplerle bu derece artması israf değil midir?

Akif Dursun İslam Hukuku Öğretim Üyesi

Hazırlayan: Mesut Kartal @kartalmesutl8

https://www.facebook.com/groups/215797636907889/permalink/290482132772772

yazıyı resimde yazıya aktardım yanlışlık varsa uyarın lütfen